Milli Gazete Yazarı Prof. Burhanettin Can, 6 temuz tarihli
yazısında Suriye olaylarını analiz ederken, oynana oyunlara dikkat
çekiyor.
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ ve SURİYE MESELESİGirişTürk
savaş uçağı F-4'ün Suriye hava sahasını ihlal ettiği gerekçesi ile
Suriye tarafından vurularak düşürülmesi, Türkiye, Suriye ve İran
ilişkilerini çok sıkıntılı bir safhaya sokmuştur.
Vizenin
kaldırıldığı, ortak bakanlar kurulu toplantısının yapıldığı ve el ele
tutuşarak aile görüntüsü fotoğraflarının verildiği bir dönemden, uçak
düşürme ortamına nasıl gelinmiştir? Büyük Ortadoğu Projesi' (BOP) ve
'Büyük İsrail Projesi'nin' (BİP) ve Avrasya- Atlantik ittifaklarının
çekişmesinin, bu sonuçta bir payı var mıdır?
Bu coğrafyada vuku
bulan olayları, BOP ve BİP'den bağımsız olarak ele alıp değerlendirmek,
bizi, yanlış teşhise ve yanlış çözüme götürür. O nedenle burada
öncelikle 'Büyük İsrail Projesi'nde' (BİP), genel olarak Genişletilmiş
Ortadoğu'nun, özel olarak da, Suriye'nin konumunun ne olduğu konusu ele
alınacaktır.
'Büyük İsrail Projesi' (!)Son
sürgünden sonra dünyanın değişik bölgelerine dağılmış olan Yahudiler,
kurdukları gizli teşkilatlar aracılığıyla, eski topraklarına dönmeyi,
hep bir ideal olarak nesilden nesile aktarmışlardır. Teoder Herzl'in
Siyonizm'i kurması ile birlikte Siyonist hareket, 'kendilerine vaad
edilen toprakları' (!) yeniden elde ederek 'Büyük İsrail devletini'
kurmayı ('Büyük İsrail Projesi') hedeflemiştir.
İkinci dünya
savaşının sonunda, Batı ittifakının desteği ile Filistin topraklarında
bir İsrail devletinin zorla kurdurulmasının ardından, başlatılan iki
yönlü göç dalgası (Dışarıdan İsrail'e Yahudilerin Göç ettirilmesi,
İçerden Filistinlilerin Filistin'den sürgün edilmesi) sonucunda,
Filistinlilerin toprakları silah zoruyla ele geçirilerek, İsrail
devletinin sınırları sürekli olarak büyütülmüştür.
Siyonist
İsrail devletinin bir çıbanbaşı olarak, bu coğrafyada, sürekli kavga ve
gerilim sebebi olması, Siyonizm'in Amentü şartlarında biri olan 'Vaad
Edilmiş Topraklar'(!) meselesinde gizlidir.
'Vaad edilmiş topraklar'(!)Siyonistler,
dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete
geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı, bir yöntem
olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat'taki Tekvin 15/18 ayetini
istismar etmişlerdir:
"Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim." (Tekvin, 15/18)
Siyonist
önderler, bunu, İsrail oğullarının inançları ne olursa olsun, Allah
tarafından yalnızca İsrail oğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat
olarak kabul etmekte ve tüm Yahudilere benimsetmeye çalışmaktadırlar.
Hareketin başlatıcı önderi Herzl, 1902'de yazdığı Altneuland adında ki
romanında, "Ülkenin toprakları Akdeniz'den Fırat nehrine, güney
Filistin'den Lübnan'a kadar uzanıyordu"(1) derken, vaad edilmiş
topraklara işaret etmekteydi. Yahudi devleti kitabında ise, "Filistin
bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur. Tek başına bu isim halkımızın güçlü
bir birleşme çığlığı olacaktır"(2) demektedir.
Herzl'i takip eden bütün Siyonist önderler, bu hedefe önemle vurgu yapmışlardır:
"Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur."
"Menahem
Beghin: Bu toprak bize vaad edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir
hakkımız vardır" ... "İsrail Peygamber'in toprağı İsrail halkına teslim
edilecektir. Tamamı ve ilelebet."(3).
"Ben Gurion: "Statükoyu
devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir
devlet meydana getirmek zorundayız."
"Moşe Dayan: Bizler Tevrat'a
sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına
da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim'den Hz. Musa'ya kadarki peygamberlerin
topraklarına, Kudüs'e, Halil'e, Eriha'ya ve daha başka yerlere sahip
olmamız gerekecektir."
"Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz."(3)
İsrail
savaşçıları adlı grup, 4 Kasım 1995'de "vaad edilmiş toprakları
Araplar'a bırakacak her kişiyi Allah'ın emri üzerine" katledeceklerini
söyleyerek İzak Rabin'i öldürürlerken, (4) böyle bir beyin yıkamanın
etkisi altında idiler.
Vaad edilmiş topraklar olarak bahsedilen
bölge (Büyük İsrail), Mısır, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suriye, Irak ve
Türkiye'nin bir kısmını kapsamaktadır. İsrail'in kurulduğu günden bugüne
kadar adım adım topraklarını genişletmesi, komşuları ile hep savaş
halinde olması ya da komşularını birbiri ile savaştırmaya çalışması,
arka planda hep var olan 'Büyük İsrail Projesinde benimsenmiş olan bir
stratejinin ürünüdür.
Siyonizm'in böl, parçala ve yok et stratejisiSiyonist
yöneticiler, Nil'den Fırat'a kadar olan toprakların ele geçirilebilmesi
için, bu coğrafyadaki ülkelerin kaosa çekilerek bölünmesini ve
yerlerine birbirleri ile kavgalı, İsrail'e muhtaç küçük devletlerin
kurulmasını bir strateji olarak benimsemişlerdir. Siyon önderlerinin
protokollerinde yer alan Beşinci Protokol ve Onuncu Protokolde bu açıkça
ifade edilmektedir(5).
Weizmann'a göre Ürdün ikinci planda bir
hedef olmalıdır(6). Ben Gurion'a göre ise zincirin en zayıf halkası,
Lübnan'dı ve ilk hedef o olmalı ve orada bir Hıristiyan devlet
kurulmalıdır:
"Bu ülkedeki Müslüman üstünlüğü sunidir ve kolayca
altüst edilebilir; bu ülkede Hıristiyan bir devletin kurulması gerekir.
Onun güneydeki sınırı Litani ırmağı olacaktır."(7)
General Moşe
Dayan'a göre, bunu gerçekleştirilebilmenin yolu, bir subay bulup
provokasyon yaparak, İsrail ordusunun Lübnan'a topraklarına girmesini
sağlamaktır(7).
Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs'te
yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde "80'li yıllar için İsrail'in
stratejik plânları" adlı bir makalede, "böl, parçala, savaştır ve yok
et" Siyonist stratejinin ana hatları özetlenmektedir (Aydoğan
Vatandaş'ın Armagedon Kitabında İsrail Genel Kurmayının Belgesi olarak
geçer.):
"Bu ülkenin (Mısır) ayrı coğrafî eyaletlere bölünmesi,
bizim Batı cephesi üzerinde, 1990'lı yıllar için siyasî hedefimiz
olmalıdır.
Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî
iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak
ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır'da bir Kıptî
devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin
oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat
uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır.
Lübnan'ın
beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin
müjdesini veriyor. Suriye ve Irak'ın etnik veya dinî kıstaslar bazında
belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye
olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî
güçlerinin imha edilmesidir.
Suriye'nin etnik yapıları, kendisini
parçalanmaya hazır hâle getiriyor: Suriye'nin deniz sahili boyunca bir
Şiî devleti, Halep'te ve Şam'da birer Sünnî devleti kurulabilir. Her
halükârda Huran'la birlikte Ürdün'ün kuzeyinde -belki de bizim
Golan'ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümid eden bir Dürzi
kimliği de ortaya çıkabilecektir...
Petrolce zengin ve iç
mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail'in nişan çizgisindedir. Onun
dağılması bizim için Suriye'ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın
vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir." (8)
Yukarıda
ki belgede öngörülen strateji, bugün, Libya'dan Irak'a kadar olan
coğrafyada uygulama safhasına sokulmuştur. 2006 yılında Condenella
Rice'in 'Yeni Bir Ortadoğu'dan' ve 'Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nde
22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesinden' bahsetmesi ile, bu belge
arasındaki uyuma dikkat edilmelidir. 'Büyük Ortadoğu Projesi', bir ABD
projesi olsa bile, 'Büyük İsrail Projesi'nden' bağımsız değildir.
Görülen o ki, her iki proje, içi içe ve birlikte uygulanmak
istenmektedir. Bugün Irak'ta kuzeyde Kürtlerin, ortada Sunilerin güneyde
de Şiilerin hâkim olduğu birer devletin kurulmasına çalışılmaktadır.
Sudan ve Yemen fiilen ikiye bölünmüştür. Libya'nın bölünebilmesi için
kaos stratejisi uygulanmaktadır.
Irak'ı parçalama politikasından Suriye'yi parçalama politikasınaSiyon Önderlerinin Yedinci protokolünde, İsrail'e düşman komşu devletlerin çatıştırılması öngörülmektedir:
"Bize
muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek
durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletlerde bize karşı birleşirlerse,
bir dünya savaşı çıkarmalıyız."(5)
Iran İslam devrimi olduğunda,
Irak diktatörü Saddam Hüseyin, ABD teşvik ve desteği ile İran'ın üzerine
saldırtılarak bu politika icra edilmiştir. 8 yıl süren savaş esnasında
Saddam, batı dünyasının 'demokrasi kahramanı' olup, kitle imha silahları
dâhil her türlü silahla beslenmiş ve desteklenmiştir. Savaş sonrasında,
ABD'lilerin teşvik ve onayı ile Kuveyt'e saldırmıştır. Hemen arkasından
ABD'nin başını çektiği ittifak tarafından katıl, canavar ve demokrasi
düşmanı ilan edilip birinci körfez harekâtı başlatılmış, bütün tesisleri
yok edilmiş ve Saddam'a 34-36 paralellerin dışına çıkma yasağı konarak
bir bölgeye hapsedilmiştir. Ardından, 'Kuzeyde Kürtler ortada Sünniler
Güneyde Şiiler' söylemi ile büyük bir psikolojik savaş açılmıştır.
Yaklaşık 10 yıl boyunca, iç göç hızlandırılarak, ülkeyi bölecek alt yapı
hazırlanmış; arkasından, ikinci körfez operasyonu başlatılarak ülke,
fiilen ABD tarafından işgal edilmiştir. Bir buçuk milyon Iraklının
ölümüne ve 2 milyon Iraklının göç etmesine sebep olan bu operasyonların
ardından Irak, bugün düşman kamplara ayrılmış bir ülke konumundadır.
İsrail'in korkulu rüyası olan bir ülke, savaş ortamına çekilerek
bertaraf edilmiştir.
Bugün Suriye'de benzer bir senaryo
sahnelenmek istenmektedir. Batının ve NATO'nun Libya konusunda ki
aceleciliğine karşı, Suriye konusunda duyarsız davranması, Esed
yönetimini kınamalarla yetinmesi, Irak'ta uygulanmış olan stratejinin,
Suriye'de de uygulanmak istendiği anlamına gelmektedir. Bugün Suriye'de
çatışmaların derinleşip, toplumun her kesimi arasına kan davasının
girmesi, iç göçle birlikte bölgelerin homojenleşmesi ve ardından zihnen
Suriye'nin bölünmesi, daha sonra da fiilen bölünmesi öngörülmektedir.
"Nusayri Suriye'si, Sünnilerin Suriye'si ve Kürtler'in Suriye'si"...
şimdiden konuşulmaya başlanmıştır(9). O nedenle fay hatları yeterince
enerji ile dolana ve Esed sonrası yönetimin laik sekülerlerin elinde
olması için gerekli şartlar olgunlaşıncaya kadar, anormal bir gelişim
olmadığı taktirde, NATO müdahale etmeyecektir. Türkiye bu gerçeği
görmelidir.
Sonuç: Ümmete kurulan tuzakTürkiye,
Suriye ve Iran savaştırılarak her üç ülke de bölünmek istenmektedir.
Ümmete kurulan asıl büyük tuzak budur. Bu açıdan uçak düşürme
hadisesinin arka yüzünde, bir provokasyon olup olmadığı
araştırılmalıdır.
Uçağın Suriye hava sahasında düşürüldüğüne
ilişkin ABD ve Rus iddiaları ile Türkiye'nin iddiaları birbirine
terstir. Eğer ABD ve Rusya'nın tezi doğruysa, Başbakana yanlış bilgi
vererek Başbakanı yanıltan kimdir? Amacı nedir? O zaman şu sorunun
cevaplandırılması gerekmektedir: Uçak oraya provokasyon amacıylamı
gönderilmiştir? Uçağı oraya gönderenlerle düşürenler arasında gizli bir
bağ var mıdır? Bu noktalar açıklığa kavuşmadan, başbakanın açıklama
yapması, daha ciddi sorunları beraberinde getirebilir. Daha sonra
Başbakanı tekzip edecek belgeler yayınlanarak, hem başbakan hem de
Türkiye çok zor duruma düşürülebilir.
Türkiye'nin homojen olmayan
Suriye Muhalefetini, Türkiye'de silahlandırıp, eğitip Suriye'de
eylemleri organize etmesi; Suriye'nin de PKK'ya kucak açarak, sınır
boyuna 1500 civarında PKK militanını yerleştirmesi, her iki ülkenin
kendi ayağına kurşun sıkması demektir. Her iki ülke, kendi elleri ile
kendilerini bölecek zemini hazırlamakta olduklarının farkına varmaları
gerekmektedir.
Mevcut sorunu çözmek için Türkiye, Suriye, Iran ve
Mısır'ın bir araya gelerek, Suriye'deki yönetimle muhalefeti bir
masanın etrafında oturtması ve gerekli reformları birlikte
gerçekleştirecek bir politika belirleyip uygulamaya koymaları
sağlanmalıdır. Esed yönetimi ile muhalefet cephesine, birlikte görev ve
sorumluluk yüklenmelidir.
Bugün yapılacak olan ilk iş, mevcut
çatışmaların durdurulması, aklı selimin hakim olmasını sağlamak
olmalıdır. O nedenle, hem her iki ülkenin, hem de bölgenin aklıselim
sahibi insanları, bu gerçeği görerek ülke yönetimleri üzerinde baskı
kurmalıdırlar. Başta yöneticiler olmak üzere tüm Müslümanların, iki ülke
arasında ki gerilimi düşürücü, barışı sağlayıcı bir dil ve tavır
sergilemeleri gerekmektedir.
Kurulan tuzak, Ümmeti birbirine
kırdırmak ise, tüm taraflar, bu tuzağa düşmeyecek tarzda bir sorumluluk
duygusu ile hareket etmelidirler:
"Mü'minlerden iki topluluk
çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine
haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde
bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda
(Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını
bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları
sever."
"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin." (49 Hucurat 9-10).
Bunun için;
"Allah'ın
ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin
üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O,
kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle
kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun
kıyısındayken, oradan sizi kurtardı." (3 Al-ı Imran 103).
Allah, tüm ümmete böyle bir ateş çukuruna düşmeyecek bir basiret ve feraset nasip etsin.
Pašlaik nav neviena komentāra
Atstāj komentāru, un uzsāc diskusiju!